30 Ekim 1930'da Türkiye'de kadınlar ilk kez belediye seçimlerinde oy kullandı.
“İçinde bulunduğumuz zaman aşımında ne var bunda çok mu önemli” diye burun kıvıra bilirsiniz çünkü o sizin tarihe bakış açınız ve reform hareketlerine bakış açınız olabilir.
Bu olayın kendi tarih aşamasında ne kadar önemli olduğunu başka ülkelere bakarak daha doğru analiz yapmış oluruz.
Fransa ve İtalya’da 11 yıl önce kadınlara bu hak verilmiş.
Fransa ve İtalya sıradan bir ülke değil!
Birisi ihtilal yapmış, birisi Referans Hareketlerinin öncüsü bir ülke.
Çağdaşlığı ile övünen İsviçre'den otuz altı yıl önce, Suudi Arabistan'dan seksen yıl önce kadınlarımıza bu hak tanınmıştır.
Ülkemize bu Devrimci Tavrı gösterdiği için Mustafa Kemal Atatürk'ü şükranla anıyoruz.
Tüm bu olumlu olaylar karşısında aklımızdaki soruyu soralım o zaman:
“Peki bu hakları onlara kim verdi?”.
Erkekler.
O zamanlarda nüfusun yarısını kadınlar teşkil ediyordu.
Sadece seçme ve seçilme hakkı değil neredeyse tüm haklar uygarlığın en başından beri erkek dünyasının elindeydi.
Gelmiş geçmiş dinlerin hemen hemen hepsinde (özellikle semavi dinlerinde bile) erkek zihninin imzası var.
Burada bir not düşmem gerekir:
“Cennet Annelerin Ayağının Altındadır” görüşü olan bir dinde nasıl olur da kadın haklarını yok sayabilirsiniz diyebilirsiniz.
Her Hadis Ayetlerle doğrulanır.
Nisa ve Lokman Surelerindeki bu söz annelerden çok çocukların anne ve babaya karşı saygılı olmasını dile getirir.
Yaşadığı çağın en önemli İslam Alimi Nesai böyle diyor.
Tüm sanatların, ekonominin, endüstrinin, bilimin, teknolojinin tüm mimarları erkektir.
Elbette bu dallarda çok kadın bilim insanları vardır ama bizim konumuz sayılar değil kimin yol gösterici olduğunun altını çizmek.
Günümüz hukukunda kadının hukuki statüsü daha çok erkek kadın eşitliği üzerine konumlandırılmıştır.
Bu alanda bile erkek mücadelesinin bir sonucu olarak kadınlarımıza sunulmuştur.
Siyasi olarak bazı partiler kadınlara kota uygular.
Bunu da çok iyi bir şeymiş gibi ballandıra ballandıra Demokrasi ve Eşitlik adına köpürtürler.
Bunu yapan erkek, erkeğin verdiği sınırlar içinde siyaset yapmayı kabullenen de kadınlar.
Elbette Dünyanın değişik yerlerinde kadınlarımızın bu bozuk düzene karşı çok şiddetli başkaldırıları olmuştur.
Ama orada bile erkek egemenliği kendini hep hissettirmiştir.
İnsanları kadın-erkek diye kategorize etmek bu uğurda verilen mücadeleyi magazinleştirmeden başka bir işe yaramaz.
Kadın-erkek yoktur. İnsan vardır.
Tüm İnsanlığın düşmanı olan Neo-Liberalizme ve Feodal Gericilik Kadın hakları adı altında kadınlarımızı magazinleştirmeden başka bir şey değildir.
Bugün günümüzde yaşanan utanç verici kadına şiddet bu zihniyetin tortularından beslenmektedir.
Cumhuriyet Kurucu Felsefesi Laiklik ve Halkçılık İlkesi tüm insanlığın çağdaşlaşması için bu yolda aydınlanmanın önünü açmak için hayatımıza girmiştir.
Laiklik İlkesini es geçenler Halkçılık İlkesini de köyde kasabada birkaç resim çektirmek sanan düşünce yapısı da ne yazık ki bu Feodal Düzene hizmet etmekten başka bir şey değildir.
Cumhuriyet Kurucu felsefesinin en hayati olan Devrimleri es geçip sadece siyasi çalışmalarını oya indirgeyen kesim bunu anlamaz anlamıyor da zaten.
30 Ekim 1930 tarihi elbette çok önemlidir.
Bu reform hareketi her ne kadar erkekler tarafından hayata geçirilse de bu yeniliği yapan Atatürk'e ne kadar şükran duysak azdır.
Kadın erkek kavramını sadece cinsellik olarak gören bu çarpık akıl tutulmasına karşı tüm insanlığın ortak mücadelesi baş edecektir.
Kadın- Erkek yoktur İnsanlık vardır.
Tarihin aydınlık yarınlarında hep yaşayacaktır insanlık.
Yorum Yazın