Özelleştirme dar anlamıyla, “mülkiyeti ve yönetimi devlete ait olan iktisadi üretim birimlerinin özel sektöre devri” olarak tanımlanmaktadır.
Hayatımıza 24 Ocak Kararları ile girmiş özelleştirme kanımızın son damlasına kadar hala devam etmektedir.
Gelişmiş ülkelerde özelleştirme elbette vardır.
Bu alanın şampiyonu ABD'de özelleştirme yüzde kırkı geçmez. Avrupa'da da buna benzerlik arz eder.
Ama bizim gibi evrimleşmesini tamamlamayan ülkelerde bambaşka bir tarz kendini gösterir.
Bizde özelleşme devletin malını yandaşlara ikram olsun diye adeta altın tepside sunulur.
Devlet İstatistik Kurumlarının beyanında, devlet envanterinde özelleşmedik devletin malı yok denecek kadar azdır.
Emperyalizmin en belirgin özelliklerinden biri sömüreceği ülkelere ilk önce kültürü girer, belli bir dönem sonra geniş halk kitlelerinin sömürüsü de normalmiş gibi algılanır.
Kamu özelleşmesine aşinayız da siyasetin özelleşmesine ne demeli?
Siyasetin, ekonominin, sanatın, sosyal olayların karşısındaki reflekslerimiz hemen hemen aynı gibime geliyor.
Örneğin; şeker fabrikası satıldı, daha doğrusu yandaş kuruluşlara peşkeş çekildi kimsenin umurunda olmadı.
Hatta o bölgenin şeker pancarı üreticileri kendi cellatlarına daha fazla oy verdi.
Zorda kalmadığı müddetçe ‘sol’ un olduğunu yarım ağızla söyleyen muhalefet partilerinin sözcüleri “bu nasıl olur” diye feryat ettiler.
Bu tavır siyasi bilimcileri bile şaşkına çevirdi. Herkes Türk Toplumunun sosyolojik köklerine inmeye çalıştı.
“Nasıl oluyor da zenginler sola, kırsal kesim sağa” oy veriyor savsatasının etkisinde kalarak “ben buldum, ideoloji bitmiştir” konusunda hemfikir oldular!
Konumuzun ana damarı olan siyasetin özelleşmesine bir göz atalım:
Bizim siyasi partilerde tek tabanca Genel Başkanlardır!
Bakmayın siz dümenden seçim yapılmasına…
Herşeyi onlar belirler, onların belirlediklerini de bizler sandığa giderek seçeriz.
Bunun adı da halk iradesi olur.
Her konuya maydanoz olan bizim çok bilmiş muhalefete soralım: “Senin partin önüne kim çıkarsa vekil yapmadı mı? Yaptı. Senin partin önüne kim çıkarsa ittifak yapmadı mı? Yaptı. Senin partin nerede ipini koparan sağcı artıklarını danışman yapmadı mı? Yaptı. Senin partin her önüne gelen sıfır kilometreli partilere milletvekili dağıtmadı mı? Dağıttı. Senin partin Rifat Hisarcıklıoğlu'na dört vekil kontenjan vermedi mi? Verdi.”.
Bu kadar örnekleme yeter galiba.
İktidar partilerini, yani sağ partileri dikkat ederseniz eleştirmiyorum!
Neden; onların hamuru zaten böyle karılmış, eleştirmeye değmez.
Şimdi sana soruyorum sevgili kardeşim: “Şeker fabrikası satılınca ses çıkaramayan üreticilerden senin farkın ne?
Bana göre partinin adı ve ambleminden başka hiçbir farkınız yok
İşte biz ve bizim gibi düşünenler bundan dolayı değişim ve yenilik istiyoruz.
Böyle hal ve gidişler karşısında aynı kulvarda neden buluştunuz biliyormusunuz?
Siyasetin özelleşmesi durumundan, partiyi ele geçiren bir avuç oligarşik gurubun tıpış tıpış askeriyiz de ondan.
Siz sanmayın ki kamu malları özelleşti.
Kültürümüz, geleneklerimiz, alışkanlıklarımız ve en acısı siyasetimiz özelleşti.
Sayılarını hesap makinası ile ancak hesaplayabildiğimiz kayıp ettiğimiz seçimlerin neticesidir bunlar.
Boş vaktimizde erdemlikten, dürüstlükten bahsederiz ya; geçin bunları!
Onlar 10 kasımda öldü.
Bir daha sorayım o çok erdemli ve dürüst siyasilerimize: “O kadar dürüstseniz neden o koltuğu bırakmıyorsunuz?”.
Bunun cevabını da her beş yılda sandığa giden kahramanlarımız düşünsün.
O zaman ilk hedefimiz siyaseti özelleşmesinden, kaybede kaybede büyüyen yöneticilerden kurtarmak.
Yorum Yazın