İstanbul'un kozmopolit bir sokağında genç bir bayan gelişi güzel sorular soruyor!
Mikrofonu yolda geçen birine uzattı o öldüresiye ve kimsenin cevabını veremeyeceği soruyu
Sordu:
“Geçinebiliyor musun?”.
“Adam birkaç saniye düşünür gibi yaptı ama aslında tek kelime ile cevabını biliyordu. Gözleri biraz buharlaştı, zaman oynadı ve cevabını verdi: Ne geçinmesi. Açız aç” diye haykırası geldi.
Yabancılaşmanın, yozlaşmanın sinsiliği her yanımızı bürümüş.
Herkes herkese yabancı…
“Her göz kendine yabancı, bir gözün diğer göze faydası yok” diye Atasözümüz yok mu?
Gözler bu öldürücü soruya karşı ancak puslanıyor.
Puslu gözler; çok ağlamış insanın vücut bulmuş hali değil mi?
Tadımız yok.
Ağzımızın da ruhumuzun da tadı yok.
Bir şeyi tatmayı unutmuşuz, unutturmuşlar ki tat kavramımız kaybolmuş.
Bir şeyler yarım, bir şeyler eksik.
Hiçbir zaman tam olmayan hep bir şeyler eksik.
Hatta bir şeyler eksik bile değil!
İnsan yanımızın tadı tuzu kalmamış. Bir vurdum duymazlık, bir sığlık, bir hamlık…
Sanki birileri bir şeyimizi çalmış.
Birileri değerlerimizi, tadımızı çalmış.
Herkes çağının tutsağı kimsenin bir şeyi değil.
Her şey kayıtsız egemen.
Ülkeyi yönetenler hırçın, sert, kavgacı, insanların açım demesine bile tahammülsüz.
Her dönem Devlete sığınan bir partinin Genel Başkanı, Ana Muhalefet Partisinin Genel Başkanını tehdit ediyor!
85 Milyonun can güvenliğinden sorumlu Cumhurbaşkanı; “Lüzumsuz konuşursan memleketinde rezil olursun” diyor.
Kimse kimseye bir şey diyemiyor.
Herkes içine kapanmış celladını bekleyen kurban misali…
O zaman ne yapılmalı? Suyun yanmasına razı mı olunmalı?
Kimlere derdimizi anlatmalıyız?
Peki, yapısında hidrojen ve oksijen atomları bulunan su, bir ısı kaynağı ile tutuşturularak yakılabilir mi?
Hayır, bu mümkün değildir.
“Bunun sebebi suyun zaten yanmış bir bileşik olmasıdır” diyor bilim adamlarımız.
“Su serptim ateş sönsün, serptiğim su da yandı” diyen şaire söyleyecek sözünüz var mı?
Acıyı söndürmek için dökülen suyun yanmasına bilim adamları, siyasiler, palavracılar, din tüccarları, tefeciler, sağcılar, solcular diyecek bir şeyiniz var mı?
Sıvasız kerpiç evlerinde, çocuğunu kaybetmiş annenin yüreğini hangi su ile telafi edeceksiniz?
Açım derken gözleri nemlenen, boğazı kuruyan bir babanın yangınını kim söndürecek?
Birbirlerine olmadık lafları, küfürleri eden siyasilerimiz mi?
Sarı sendikalar mı?
Burjuva Düzeninin yedek lastiği sivil toplum kuruluşları mı?
Bu yangını kim söndürecek?
Kim?
Dikkat edin; su da çare olmaz gün gelir.
Nereden bileceksin:
Belki su da yanar…
Yorum Yazın