Reklamı Geç
Vista Prime
Aksaray
DOLAR34.0692
EURO37.7489
ALTIN2730.4
H. Şükrü PEREK

H. Şükrü PEREK

Mail: h.sukruperek@gundemaksaray.com

YOLSUZLUK EKONOMİSİ

Bu tanımı yer yer kullanırız. Yeryüzünde uygulanan her ekonomik modelin mutlaka zayıf yönlerinden faydalanarak kanun dışı yollarla servet edinme hevesini taşıyanlar vardır. Bunda başarı sağlayanlar o ülkenin genel ekonomik yapısı içindeki payı kabul edilebilir ölçüde ise bu durumu kendisinin belirlediği mücadele yöntemleri ile asgaride tutmaya çalışırlar. Zaten güçlü ekonomilerde bu fazla bir sorun teşkil etmez.

Yolsuzluk, genellikle demokrasi kültürünün ve yurttaşlık şuurunun zayıf olduğu otoriter rejimlerde daha ileri bir boyuttadır. Bu rejimler, kurucuları ile birlikte hakim olmanın verdiği güç ile kendilerinin ve ailelerinin geleceklerini teminat altına almak meşru olmayan yollarla zenginleşmenin, bunu yaparkende mutlaka etraflarını yine aynı çizgide varlık sahibi olan kişilerle donatmanın bir mecburiyet bilirler. O zaman şöyle bir sonuca varmanın doğru olduğunu söyleyebiliriz. Yolsuzluk bu rejimlerde bireysel bir suç değil, belirli bir kesimin ortaklaşa işlediği bir suçtur.

Bu durumda yönetme ve iktidar olma erkini sürdürmeyi hedef olarak benimsemek bunların olmazsa olmazlarıdır. Şayet bu şu veya be nedenle kesintiye uğrarsa yasalar karşısında hesap verme durumunda kalma endişesi taşırlar. Bu endişe onları sürekli olarak bilinen rüşvet, irtikap ve benzeri işlenen suçlarında dışına iter, yeni yeni suç alanlarının oluşmasını sağlar. Bazan öyle olur ki ok yaydan çıkmıştır. Yolsuzluk rejimin genel bir karakteri haline gelir ve toplumda da bu durum bırakın itiraz etmeyi, itibar edilen bir yöntem olarak kullanılır.

Ticaret yapan kesimden, üretim yapanlara, yargıdan kamu görevlilerine kadar her gün yüzlerce tekrar eden edilen bu gayrimeşru yöntem artık “ Yolsuzluk Ekonomisi” nin doğmasına neden olur. Artık bu ekonomik modele ulaşmış iseniz çeteleşmeler, dolandırıcılar, adına mafya dediğimiz zora ve şiddete dayalı yapılar, yolsuzluğa aracılık edenler türedi ve görgüsüz zengin hikayeleri günlük yaşamın birer parçası haline gelirler.

Ataların güzel sözü vardır.

“Zenginin kızması ile fukaranın azması kötü olur”

diye. Görgüsüzlük ve kısa süre de para pul sahibi olmanın boyuları sadece lüks yaşam ile kalmaz. Yıkılan aileler, ahlakın yerlerde süründüğü olaylar, çatışmalar, öldürmeler, kötü alışkanlıklar, sönen, söndürülen ocaklara ait haberler toplumca kanıksanır hale gelir. Bu yarış genellikle bir felakete de dönüşmektedir. Örnek mi istiyorsunuz. Çoğunlukla yerine koyamadığınız çevre kirlilikleri, orman yangınları, kamu arsa ve arazilerin üzerine çökülmesi, göçler hep bunların sonucudur.

Hatta şunu da söylemekte hiç beis olmasa gerek. Her pakette 50 gram çalan bir üretici bundan keyif alıp yüzü gülerken, oğluna kızına binlerce lira verip aldığı ayakkabının taklit ve çakma olduğundan şikayet etmeye başlar. Bu iş zincirleme devam edip gider. İşin garibi herkes herkesten şikayet edip, bu işlere bulaşmamış bir ülkede yaşamayı bir hedef haline getirir. Yani kendi ülkesinden çaldıkları ile düzgün bir hayat sürmenin mümkün olduğu ülke aramaya başlar.

Peki bunlar olurken dürüst yaşamayı isteyenler ne yapar derseniz, onlar artık mücadele gücünü kaybetmiş, sesimi çıkarırsam zararlı çıkarım düşüncesi ile sürekli kaybedenler tarafında yer alır. Kendince bir yerlere tutunur ama onlar için gelecek pekde umut verir görünmez. İşin kolayına kaçar. Allah’a havale eder. Mehmet Akif’in dediği gibi inandığı Yaradanı, ortaklaşa yarattığımız kirliliği temizleyen bir hizmetçi gibi görür. Ve bundan da hiç utanmaz. Öyleya o varken biz niye elimizi sürelim. Haşa hizmetçimiz o.

Velhasıl, Yaradan’ın asla rıza göstermediği ve bizimde aman kul hakkıdır deyip sözde kendimizi temiz gösterip fabrikamızın bacasından çıkan ise ve dumana tedbir almayan, atık sularını, zehirli maddelerini uluorta tabiata koyveren hacıbaba, sigarasını keyifle tüttürüp izmaritini sağa sola atan sade vatandaşımız, lokantaya girip menüde ne var ne yok söyleyip parasıyla değilmi kardeşim diye yarısını çöpe gönderdiğimiz kul hakkı ve vebali işlemiyor değilmi. Buna sayısız örnek vermek mümkün.

Kendimizi sorgulamayan bir toplum haline geldik. Bizi yönetenleri sorgulamayan bir toplum halindeyiz. Kapalı bir yerde, bir kâğıt parçasına mühür basarken bu işin bir vebali olduğunu düşünmeyen bir toplum haline geldik.

“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” dan, aman sesimi çıkarmayayım neme lazım diyen ikircikli bir hayat tarzının üyeleriyiz. Peki bu işten kim kazançlı çıkıyor söylermisiniz. İnşaatın demirinden çala müteaahhit mi. Ona göz yuman kamu görevlisi mi. Bir taraftan nice vatan evlatlarını şehit verdiğimiz vatan toprağını, diğer taraftan üç kuruşa pazarladığımız vatan toprağını korumayanlar mı.

Neyse uzatmayayım. Başımdan geçen bir anektod ile bitireyim.

İstanbul’a ilk taşındığımız da meyve sebze ihtiyaçlarımızı haftanın bir günü kurulan Bostancı semt pazarından karşılıyorduk. Eşimde bende çalıştığımız için bazan yetişemediğimiz oluyordu. O zamanlar meyve sebze satan marketler yok bakkallarda ancak paketli mamüller satıyordu. Bizim bir şansımız evin arka sokağında bir çadırın içinde bu işleri yapan bir karı-kocanın olmasıydı. Gide gele artık biraz tanış olmuştuk.

Kadın sürekli kasaların taşıma işini yapar, erkekte elinde bir bez meyveleri parlatırdı.

Benim öyle kasadan meyve-sebze seçme adetim yoktur. Ne alacak mutlaka isteğimi belirtirim. Mustafa şurdan 2 kilo salatalık, 2 kilo domates ver derim. Her seferinde de abi kasa orda, poşet de orda kendin al der. Neyse kasadan alırım, şunu tart bakalım ne kadar olmuş derim. Arkasını döner, abi terazi orda kendin tartıver der. Baştan bana garip geldi. Sonra izlemeye aldım. Bilerek yapıyor. Bir gün dedim ki. Mustafa başka manav seçtirmez, sen bilerek seçtiriyorsun, hadi onu geçelim, bana sen tart abi deyip sırtını dönüyorsun. ben üç kilo salatalık alsam da tartıktan sonra sana iki kilo desem ne yapacaksın dedim.

Suratıma baktı Mustafa

-Abi, eden kendine eder dedi.

O zaman anladım ki o fakir ailenin Mustafa’sının imanı ve inancı bizden daha yüksek. Kafama çivi gibi çakıldı.

Hani müslümanız ya..

-EDEN, KENDİNE EDER….?

AYNEN TÜRK TOPLUMU.. gibi.

Saygılarımla.

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar